Kahramanmaraş depremleri sonrasında, NASA’dan Sinyal Analiz Mühendisi Dr. Emre Havazlı, Alaska Üniversitesi’nden Dr. Ezgi Karasözen, Almanya Potsdam Üniversitesi Yer Bilimleri Araştırma Merkezi’nden Dr. Pınar Büyüktekin, Yer Bilimleri Enstitüsü’nden Deniz Ertuncay ve Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nden Elif Oral’ın hazırladığı ‘Depreme Dayanıklı Bir Türkiye Ancak Deprem Kültürü ile Mümkün’ başlıklı makale, sismoloji ve deprem bilimi alanında hakemli araştırmaları yayınlayan Seismica dergisinde yer aldı.
5 TÜRK ARAŞTIRMACI BİR ARAYA GELDİ
Türkiye’nin büyük depremlere karşı savunmasız olduğunun 6 Şubat depremleri ile kanıtlandığını belirten Dr. Emre Havazlı, “Hem deprem bilimi hem de bina yönetmeliklerindeki önemli gelişmelere rağmen Şubat 2023’te yaşadığımız Kahramanmaraş depremleri, ülkemizin büyük depremlere karşı halen savunmasız durumda olduğunu hepimize gösterdi. 5 genç Türk araştırmacı olarak tıpkı Japonya ve Şili gibi depreme dayanıklı ve deprem kültürüne sahip bir Türkiye için neler yapılabileceğini ortaya koymak istedik. Depreme dayanıklı bir ülke olmak, toplumumuzda bir deprem kültürü inşa etmekle beraber yönetmeliklerin sıkı tatbik ve denetimini gerektirmektedir” dedi.
‘YER BİLİMLERİNİ MÜFREDATA EKLEMELİYİZ’
Türkiye’de deprem kültürünün oluşması ve yer bilimleri ile toplum arasındaki mesafenin kapanması için 5 temel önerilerinin olduğunu söyleyen Dr. Havazlı, makale sonunda oluşan 5 temel öneriyi detaylıca anlattı:
“1’inci önerimiz; tıpkı temel bilimler gibi yer bilimlerini de ilköğretimden itibaren müfredata eklemeliyiz. Bu yeni müfredat ile hem yeni nesillerin deprem konusunda erken yaştan itibaren bilinçlenmesini sağlamış hem de geleceğin bilim insanlarına, yer bilimlerinin ülkemiz için önemini anlatmış oluruz. Yüksek eğitim kurumlarında yerel ve uluslararası iş birliklerini desteklemeli ve yer bilimleri eğitimi alan gençlerin iş imkanlarını genişletmeliyiz. 2’nci önerimiz; yerel deprem merkezleri kurmalıyız. AFAD’a entegre olarak çalışabilecek bu yerel merkezler, bulundukları bölgenin deprem izleme, bölgeye yönelik araştırma ve halkla iletişim konularında öncüsü olmalıdır. Ayrıca bu merkezler, deprem zararlarını azaltma çalışmalarına katkıda bulunan AFAD ve Kandilli Rasathanesi gibi kilit kurumlar ile ülke genelinde etkili bir deprem zararlarını azaltma programının altında örgütlenmelidirler. Bu merkezlerde görevlendirilecek uzmanlar, ülke çapında depreme hazırlık konusunda aktif rol oynamalıdır. Bu tür merkezlerin varlığı, yaratacağı yeni istihdam alanıyla beraber lisans düzeyinde yıllardır azalmakta olan yer birimlerine talebi canlandıracaktır.”
‘ETKİLİ BİLİM İLETİŞİM YÖNTEMLERİNİ ÖĞRENMELİYİZ’
Dr. Havazlı, şöyle devam etti:
“3’üncü önerimiz; bilim insanları olarak etkili bilim iletişimi yöntemlerini öğrenmeliyiz. Her büyük depremden sonra yer bilimleri uzmanları, birçok farklı medya kanalında halkı bilgilendirmek üzere yer alıyor. Fakat bilim iletişimi konusunda eğitim almadıkları için halkımızda korku ve paniğe yol açabilecek söylemlerde bulunabiliyorlar. Tehlike/risk iletişimi ve metotları ile donatılmış bilim insanları yetiştirmeli; korku ve paniğe yol açabilecek söylemlerden nasıl kaçınacağımızı öğrenmeliyiz. 4’üncü önerimiz; bir sonraki deprem için bugünden hazırlanmaya başlamalıyız. Özellikle İstanbul gibi yüksek riskli bölgelerden başlayarak, Türkiye genelinde deprem öncesi, deprem esnası ve deprem sonrasında yapılacakların değerlendirildiği senaryolar oluşturmalıyız. Kaliforniya örneğinde olduğu gibi her yıl güncellenen deprem senaryoları ortaya koymalı ve ülke çapında halkı da kapsayacak şekilde deprem tatbikatları düzenlenmeliyiz. Deprem farkındalık haftası olarak belirlenmiş olan mart ayının ilk haftası bu amaç için verimli bir şekilde kullanılabilir. 5’inci önerimiz; ülkemizde köklü bir deprem kültürünün oluşmasını ve deprem bilincinin gelecek nesillere aktarılmasını sağlamalıyız. Bunun için ilk adım olarak Kahramanmaraş depremlerinde kaybettiklerimizin anısına ve depremzedelere ithaf edilecek dünyada birçok örneği bulunan bir deprem müzesi inşa etmeliyiz. Bir diğer yöntem, depremde yıkılmış ya da tahrip olmuş bazı yapıların seçilerek sembolik olarak sergilenmesidir. Örneğin 1976 Friuli depreminden sonra San Giovanni Kilisesi’nin harabesi, yıkımın boyutlarını keskin bir şekilde toplumun hafızasında canlı tutmak için halen bulunduğu konumda sergilenmektedir.”
‘BİR KIRILMA NOKTASINA ÇEVİREBİLİRİZ’
6 Şubat depremlerinin dünya için de bir kırılma olabileceğini ifade eden Dr. Havazlı, “Ülkemizin bir deprem ülkesi olduğunu ve uzun vadede büyük depremler yaşamaya devam edeceğini unutmamamız gerektiğini söylemek istiyorum. Devlet, akademi ve halk olarak depreme dayanıklı bir Türkiye inşa etmek için beraber çalışabilir ve Kahramanmaraş felaketini dünyaya örnek olacak bir kırılma noktasına çevirebiliriz” diye konuştu.
‘TÜRKİYE’DE İNSANLAR UZUN VADEDE UNUTMAYA MEYİLLİ’
5 Türk araştırmacı tarafından hazırlanan makalede ayrıca şu görüşlere yer verildi:
“Türkiye deprem ülkesi olmasına rağmen, halkın depreme hazırlığı eğitim ve gelir seviyesinden bağımsız olarak yetersiz kalmaktadır Doğal afet eğitimi, müfredatın bir parçası değildir. Deprem risk algısı ve depreme hazırlıklı olma ihtiyacına medyada verilen yer sınırlıdır ve genellikle bir afetin ardından zamanla azalmaktadır. Şaşırtıcı olmayan bir şekilde, toplumsal hazırlığın eksikliği, deprem öncesinde ve sonrasında yapılan hatalarda kendini göstermektedir. Örneğin, bilirkişi izni olmaksızın iç tasarım amacıyla yapısal elemanların değiştirilmesi, sık rastlanılan inşaat sonrası hatalardan biridir. Sosyal medya videoları, insanların sarsıntı sırasında da gerekli koruyucu önlemleri almadığını göstermektedir. Bir depremin ardından, beklenen İstanbul depremi gibi, gelecek olası büyük depremlerle ilişkilendirilen sayısız korkunç senaryo, insanlarda hiçbir şey yapamayacakları algısını yaratmaktadır. Yapılan çalışmalar, kaderci inançların Türkiye’de depreme hazırlıklı olmayı önemli ölçüde güçleştirdiğini; insanların tehlikeye hazırlanmak yerine genellikle kısa süreli korktuklarını ve uzun vadede unutmaya meyilli olduklarını göstermektedir.”